Saçımı taradım keşke yüzümü de tarayabilseydim.
Colorado'da üç yıllık yemek ve içki ikmali yapılmış bir mağaraydı istediğim. Kumla silecektim kıçımı. Her şeyi, bu basit, korkakca ve sıkıcı yaşantının içinde boğulmaya yeğlerdim.
Bir keresinde adamın birinden Shakespeare sevmediğimi, yazmaya hakkım olmadığını anlatan uzun ve öfke dolu bir mektup almıştım. Gençler bana kanıp Shakespeare okuma zahmetine bile girmeyeceklerdi. Böyle bir konum almaya hakkım yoktu. Sayfalarca bunu söyleyip durmuştu. Cevaplamadım. Ama burda cevaplayacağım. Siktir git lan. Ben Tolstoy da sevmem.
Gerçek; susuz yenen bir portakaldır.
Biri bana çirkin olduğumu söyledikten sonra; gölgeyi güneşe, karanlığı ışığa yeğler olmuştum.
Kadınımı ödünç al ama arabamı asla.
Zaman unutturmaz,uyuşturur.
Sizi bilmem ama ben her sabah ayakkabılarımı bağlamak için eğildiğimde "Tanrım yine mi?" diye geçiririm içimden
(Kaptan yemeğe çıktı ve tayfalar gemiyi ele geçirdi kitabından)
Kadın olsam hayat kadını olurdum.
Kızlar uzaktan iyi görünüyor, güneş elbiselerinde ve saçlarında parlıyordu. Ama yakınlaşıp ağızlarından akan beyinlerini dinleyince silahlanıp yeraltına gizlenmek istiyordum.
Dünyanın en uzun mesafesi 2 cm'dir.(Ayaklarını duvara dayayıp kendini "emme" çabalarında hep 2 cm lik engele takıldıktan sonra sarf ettiği cümle)
Bira içmek için buradayız ve hayatlarımızı öyle yaşamalıyız ki ölüm bizi almaya geldiğinde titresin.
Bir daha birama dokunursan dişlerini ağzına dökerim.
Aşk bir emre dönüştüğünde, nefret hazza dönüşebilir.
Kumar oynamazsan asla kazanamazsın.
Harikulade düşünceler ve harikulade kadınlar kalıcı değildirler.
Bir kaplanı yakalayıp kafese koyabilirsiniz ama onu kırdığınızdan asla emin olamazsınız. İnsanlar daha kolaydır.
Tanrının nerede olduğunu bilmek istiyorsan, ayyaşa sor.
Sığınak çukurlarında melek bulunmaz.
Acı hissetmemek duyguların kesintisi demektir; her çoşku şeytanla pazarlıktır.
Hayat ile Sanat arasındaki fark, sanatın daha katlanabilir olmasıdır.
Yaşayan bir amerikan ayyaşı ölü bir yunan tanrısından daha çok ilgilendirir beni.
Hiçbir şey gerçek kadar sıkıcı olamaz.
Dengeli insan delidir.
Hemen herkes dahi doğar, geri zekalı gömülür.
Cesur insanın hayal gücü kısıtlıdır. Korkaklık kötü beslenmenin bir sonucudur.
Cinsel ilişki; şarkı söylerken ölümün kıçına tekmeye basmaktır.
Egemenlik gerçekten milletin olduğunda hükümetlere gerek kalmayacak; o zamana kadar boku yedik.
Entellektüel; basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir; sanatçı ise zor birşeyi kolay...
Damlayan musluklar, tutku osurukları ve patlak lastikler - hepsi de ölümden daha hüzün verici...
Dostun kimmiş öğrenmek istiyorsan kodese gir.
Bir metropol gazetesi, kötü haber yazmadan önce kendi nabzını ölçer.
Gömlek kartonlarının sonu.
Hastaneler sizi neden sunmaksızın öldürmeye çalıştıkları yerlerdir. Amerikan hastanelerinde ki soğuk ve ölçülü acımasızlığın nedeni doktorların fazla mesai yapmaları ya da ölümü kanıksamış, sıkılmış olmaları değildir. Asıl neden çoğu zaman başları ile kıçlarını ayırdetmeyi beceremeyen, cahillerin hayranlığa boğulup merhemi elinde bulunduran büyücü olarak gördükleri ve çok az iş yapıp çok fazla para kazanan doktorların kendileridir.
İnsan ruhunun derisi yoktur, şarkı söylemek isteyen iç kıvrımları vardır,duymuyur musunuz? Mırıldanıyor, duymuyor musunuz yoldaşlar? Sıkı bir hatun ve yeni bir Cadillac hiçbir şeyi değiştirmeyecek... Temel Reis yine tek gözlü kalacak ve Nixon yeni başkanımız olacak. İsa çarmıhtan indi, şimdi bizi çivilediler lanet şeye. Seçimimiz seçim değil. Çok hızlı hareket edersek, ölürüz. Yeterince hızlı hareket etmezsek, yine ölürüz. Onların destesiyle oynuyoruz; kıçında iki bin yıllık Hristiyan tıpası varken nasıl sıçacaksın?
Kader tanrıçasının zalim olduğu ve sonunda hepimizin posasını çıkaracağı doğru; ama sıkı, ölümsüz bir kaybedenden daha yıldırıcı hiçbir şey yoktur. İşin sırrı şunda yatıyor; herkes kaybedebilir, kaybetmek yeteneklerin en kolayıdır.
Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu , ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta, çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.
Tabii ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız.
Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. Kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem.Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam.
Kendimize işkence etmek için kullanmak isteyeceğimiz bir şey hep bulunur sanırım. Hipodromda başkalarının hislerini paylaşırsın; o ümitsiz karanlığı, pes edip vazgeçmenin kolaylığını. Bahisçilerin dünyası gerçek dünyanın makul ölçülere indirgenmiş şeklidir; hayatın ölümle sürtüşmesi ve kaybetmesidir. Sonuçta kimse kazanmaz. Geciktirmektir tek isteğimiz, o göz kamaştırıcı ışıktan gözlerimizi bir an için kaçırmak. Allah kahretsin, amaçsızlık üzerine düşünürken sigaramın yanık ucu parmağıma çarptı. Bu da beni uyandırıp Sartre havasından çıkardı. Mizah gerek bize, kahkaha gerek. Eskiden daha çok gülerdim, herşeyi daha çok yapardım. Yazmak hariç. Artık yazıyorum, yazıyorum ve yazıyorum.
Karayolunda seyreden arabaların ışıklarını görebiliyorum. Sonu gelmeyen bir ışık akışı. Bu kadar insan. Ne yaparlar? Ne düşünürler? Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk! Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil. Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.
Bitkin bir halde fabrikadan veya depodan eve dönüşte, yemek, uyumak ve tekrar sefil işe dönmek dışında pek bir işe yaramazdı sanki gece. Fakat o yırtık perdeli aşınmış kilimli, tuvaleti ve küveti koridorun sonunda bulunan, havasında benden önce gelmiş bütün kaybetmişlerin hissedildiği bir eski odada beni bekliyor olurdu daktilo.
Banyoya girdiğinde aynayı değil! Ellerini esgeç.....
İnsan olmak rezil bir şeydi; öyle çok şey vardı ki olup biten.
Ben bir Charles Bukowski modası olduğunun farkında değilim. Yalnız yaşayan biriyim, kalabalıktan hoşlanmam; bu tür tuzaklara düşmeyecek kadar yaşlı, kuşkucu ve çakalım. Bu iki haftada yaptığım üçüncü söyleşi, ama ben buna modadan ziyade matematiksel bir tuhaflık olarak bakıyorum. Umarım hiçbir zaman moda olmam. Moda olmak lanetlenmek demektir. Bende ya da yaptığım işte bir tuhaflık var demektir. Sanıyorum 46 yaşında, 11 yıl boyunca sessizce çalıştıktan sonra böyle bir şeyden endişe etmeme gerek yok. Tanrılar benimledir umarım. Benimle olduklarını düşünüyorum.
Yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak o zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayatta.
Yine akşamdan kalmaydım ve sıcak dayanılır gibi değildi kırk derecelik bir hafta. Her gece içmeye devam ediyor, sabahları taş ve her şeyin olanaksızlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyordum. Çocukların kimileri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş, yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira, terliyordum koltuk altlarımdan ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.
İlk şiirler şu anda bulunduğum noktadan daha lirikler. Bu şiirleri beğeniyorum ancak "Bukowski'nin ilk şiirleri çok daha iyiydi," iddiasında bulunanlara katılmıyorum. Kimileri bu iddiaları eleştiri yazılarında dile getirdiler, kimileri de dedikodu sohbetlerinde. Şimdi okuyucu kendi kararını ilk elden verebilir. Bugünkü şiirimde konuya daha doğrudan yönelip özüne iniyorum ve sonra da çıkıyorum. Önceki ve bugünkü tarzlarımın birbirinden daha üstün ya da başarısız olduğuna inanmıyorum. Farklılar, hepsi bu.
Öyle ya da böyle, o acayip ve çılgın dönemin, o uzak saatlerin şiirlerinin bir çoğu işte burada. Sigara dumanıyla buğulanmış odada altmışsekiz bir vaziyette şansımızı denedik. Umarım işinize yarar, yaramazsa da, eh o zaman, (...).
Aşk biraz anlam içeren bir yoldur; seks yeterince anlamlıdır.
Sadece sıkıcı insanlar sıkılır.
Mezarlıktayken seksen yaşıma kadar yaşamaya karar verdim. Düşün, seksen yaşındasın ve on sekizlik bir kızla seks yapıyorsun. Ölüm oyununda mızıklamanın en iyi yolu.
Afrikaya ilaç göndermeye karar vermiştik; fakat hepsinin üzerinde tok karınla yazıyordu.
Gittiğinde ağlarsın, şarkılarda, filmlerde, ona-buna, her şeye ağlarsın. Aklın başına gelince de boşa harcadığın zamana ağlarsın.
Aşk, gerçekliğin ilk ışığında yok olacak bir sistir.
Size zamanını ayırmayan birine, asla kendinizi harcatmayın.
Hayat öyle lanet birşey ki; sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadığın için kahreder.
En kısa andır mucize.
Para seks gibidir olmayınca önemi artar.
İnsanların hakkımda ne düşündüğünü önemsemeyerek hayatimi on yıl uzattım.
Bende küçük şeylerden mutlu olabilirim ama bu kadar bokun arasında o küçük şeyleri çıkarmaya üşeniyorum.
Charles BUKOWSKİ
0 yorum:
Yorum Gönder