MİLLİYETÇİLİK, RENK KÖRLÜĞÜDÜR..



1 yorum
Son günlerde, amansız bir hastalığa yakalandım. Farklı dillerden müzik dinleme hastalığına(!)... Yolu Anadolu'ya düşmüş, bu topraklara ait dillerden şarkılar dinliyorum. Her biri coşkun bir ırmak, her biri bambaşka bir tat, gelip dokunuyor yüreğime... Müziğin evrensel dili bu... Çingene müziğinin ritmi nasıl kanımızı alevlendirirse, Ermenice ezgiler o kadar tanıdık bir hüzündür. Rum müziği dansa kaldırır bizi. Mistik bir tatla, evrenin bütün seslerini barındırır sanki Arapça ezgiler. Dünyanın en dokunaklı ağıtları Kürtçe söylenmiştir belki de. Bazen horona davet etse de, ağıtın rengi değişmez Lazcada. Semahlar, Kerbela'dan bu yana aynı acıyı haykırır, her daim sevgiye döner. Türk kökenlidir türkü; sevdayı, ayrılığı, halayı harmanlamıştır. Anadolu dillerinde söylenmiş bütün ninniler, anaların yüreğinden aynı acıyı haykırır, aynı sevgiyi bölüştürür bin yıllardır... 


Dünyanın bütün şarkıları aynı ırmakta yıkanır, aynı acıdan su içerler. Bu yüzden halklar da, türküler de kardeştir. Neden o zaman bu savaş, bu yıkım, dinmeyen gözyaşlarımız? Yetmiş iki milletin boy verdiği bu topraklarda, ne oldu da milliyetçilik yükselen değer haline geldi birdenbire?



Milliyetçilik, en iyi niyetli tanımla 'kendi milletini sevmek' olarak tanımlanır. Ama yaşanan olgu, bu kadar saf ve masum olmamaktadır. Bu 'millet sevgisi' giderek dünyaya kapanmaya, farklı kültürlere düşmanlığa dönüşmektedir. Milliyetçiliği, 'ezen' ve 'ezilen' olarak kategorize etmek, biraz bu kavramın günahlarını örtmeye yönelik beyhude bir çabadır kanımca. Başlangıçta birazcık masum gibi görünse de, tarihsel süreç içersinde ezilen milliyetçiliğin, kolayca 'ezen'e evrilebildiğini biliyoruz. Milliyetçiliğin yolu şovenizme, militarizme, ırkçılığa ve faşizme çıkar nihayetinde.


Küstah ve yavan, üstelik paranoyak...


Milliyetçilik renk körlüğü gibidir. Kalıtsal bir göz hastalığı olan renk körlülüğü, farklı renkleri ayırt edememekle ortaya çıkar. Genellikle tedavisi mümkün değildir. Üstelik oldukça ilerlemiş zihinsel bir renk körlüğüdür milliyetçilik. Bırakın kırmızıyı yeşili seçememeyi, siyah-beyaz görmektedir hayatı. Dünyayı, sadece görebildiği renklerden ibaret sanmaktadır. 'Yer kırmızı, gök beyaz'dır.


Milliyetçilik zavallılıktır aslında. Kalabalık bir narsist tutkuyla, her gün aynaya bakıp kendi suretine âşık olan sahte prenses gibidir. Kendi dışındaki renkleri göremez, güzellikleri fark edemez. Tek bir rengin esiri olmuştur. Uçsuz bucaksız bir bahçede, tek bir çiçeğe takılıp kalmıştır. Tek bir tada, tek bir renge, tek bir sese mahkûm etmiştir kendisini. 


Kaba ve zorbadır. Kendisinden farklı olana kapıyı göstermekte tereddüt etmez. 'Ev sahibi'dir, huysuz 'kiracı'yı evden atacaktır elbette. İtaat ve biat etmeye zorlar kanından olmayanı. Sevgisi bile içtenlikten yoksundur. Refleksleri komutla olur ancak, tahriklere amadedir. Kan tutmuştur yüreğini, kıyımsız yapamaz. 'Teferruattır' nede olsa yaşamlar, ha bir eksik, ha bir fazla... İpini boynunda, cellâdını koynunda taşır oysa. Karşıtını yaratır sonuçta, kendi ipini çeker.


Kendisine 'tekil', başkasına 'çoğul' 



Anadolu, yetmiş iki milleti bir arada barındıran hoşgörü ülkesi olarak tarif edilir ki, güzel bir tariftir bu. Sonradan yetmiş iki buçuk demeye başladı kimileri. Çingenelere kıyak geçilmiş, 'yarım millet' olarak kabul edilmiştir. Bu milliyetçi lütuf, özünde büyük bir trajediyi barındırır aslında. Başka toplumları inkâr etme ya da yarım sayma küstahlığını da. Kürtler, o kadar bile şanslı değildi oysa 'çalıntı' ve 'derleme' bir dil konuşan 'Dağ Türkleri' idi onlar.


Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Almanya ziyareti sırasında Köln'de Türklere hitaben yaptığı konuşmada, 'Entegrasyona 'evet' ama asimilasyona 'hayır'' diyerek asimilasyonu, insanlık suçu olarak tarif etmişti. Üniformasından ayrılmadan emekli olan eski Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ise, katıldığı 'Ortadoğu' konulu uluslararası sempozyumda, Irak'la ilgili olarak 'Etnik ve mezhep esasına dayanan çoğulcu ve demokratik Irak'ı istiyoruz; ama kısa ve orta vadede bunu göremiyoruz.' diyerek hayıflanmıştı. (Milliyet, 05.06.2008) 


Gerek Erdoğan'ın gerekse de Büyükanıt'ın, çoğulculuğu savunan bu sözlerine katılmamak mümkün değil. Ancak ülkemizde farklı kimliklerin inkâr edilmesi değil midir, bugün aynı yoksulluğu bölüşen Türk ve Kürt çocuklarının dağlarda birbirlerini kırmasına sebep? 'Şehitler ölmez' ile 'Şehit namırın', aynı acının ifadesi değil midir? Neden başkalarına cömertçe verdiğiniz aklı, bir kez olsun kendiniz için kullanmazsınız? Çoğulcu ve katılımcı demokrasi, farklı kimliklerin eşit temsiliyeti toplumsal barışımız için bu kadar önemli iken, neden hala 'inkâr'da ısrar edilir, anlamak mümkün değil!


Kendi ülkesinde Kürtlere yönelik 'Çocuk da olsa, kadın da olsa gereği yapılacaktır' diye ferman çıkartan bir başbakanın, Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e 'Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum' diyerek efelenmesinin, milliyetçi körlükten ve ikiyüzlülükten başka ne izahı olabilir ki! Boynunda İsrail'in 'Cesaret madalyası'nı gururla taşıyıp, Konya'dan uçaklarını kaldırırken, askeri ve stratejik ortakken üstelik. Tankların ortaklığı, çocukları yaşatır mı hiç?



Renk körlüğünün tedavisi
Ülkemizde tek dil, tek din, tek mezhep, tek ulus dayatması; 6-7 Eylül olaylarını, Dersim/Maraş/Çorum/Sivas/Gazi katliamlarını yaratmadı mı? Ülkemizin doğusunu yangın yerine çevirmedi mi? Ürkek güvercinler bile, gün ortasında vurulmadı mı kentin kalabalık meydanlarında? 'Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar', Madımak'ta diri diri yakılıp Zirve Yayınevi'nde koyun gibi boğazlanmadı mı? Bugün ülkemizi mesken tutan çeteler, Susurluk/Şemdinli/Ergenekon gibi derin örgütlenmeler, hep bu renk körlüğünün eserleri değil midir?


Türkiye'de yükseltilmeye çalışılan, dayatılan/parlatılan bir milliyetçiliktir. Yoksulluğa ve açlığa mahkûm edilmiş, zulme uğratılmış halklarımıza 'ekmek arası milliyetçilik' dağıtılmaya çalışılmaktadır. Bugün feodal toplumlarda, aileler ve aşiretler arasında yaşanan basit kan davaları bile ilkel bulunup mizah konusu yapılırken; Kürt Sorunu örneğinde olduğu gibi büyük toplumsal meselelerin daha çok kan dökülerek, intikam alınarak çözülebileceği gafleti ile beyinlerimiz bombardımana tutulmaktadır. Kanımızı donduran Güngören vahşetinde gördüğümüz gibi, halklarımız arasındaki tüm köprüler havaya uçurulmak, aşılmaz duvarlar örülmek istenmektedir. Bu süreçte, şiddeti toplumsal yaşamımızdan tümüyle dışlayarak koşulsuz şartsız reddetmek ve topyekûn sivil itaatsizliği yükseltmek hepimizin görevi olmak zorundandır. 



Başbakan Erdoğan'ın 'Tecrübe gösteriyor ki, farklılıkları dışlamak, reddetmek, toplumsal barışı zayıflatıyor; kabul etmek, bir zenginlik olarak görmekse toplumsal barışı güçlendiriyor.' ( Hürriyet, 26.07.2008) sözleri kulağa hoş gelse de, ardından 2 Kasım 2008 de Hakkâri'de tekrarladığı geleneksel devlet 'tek'erlemesi sonunda 'Buna karşı çıkabilenin bu ülkede yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin' sözlerini nereye koymak lazım peki? 'Ya sev, ya terk et' söylemine dönüş, milliyetçi renk körlüğünün umarsız bir sonucu değil midir?
Renk körlüğümüzden kurtularak tüm öteleyip susturduğumuz farklılıkları kucakladığımız gün, yetmiş iki rengin gökkuşağı gibi yan yana gelerek halaya durduğu çiçek bahçesine dönecektir Anadolu. O zaman göreceğiz, hiçbir rengin tek başına anlamlı olmadığını, renklerin yan yana gelerek, iç içe geçerek güzelleştiğini... İşte o gün bu topraklarda, aynı göğün altında, Hıdırellez ile Newroz'un, Paskalya ile Ramazan'ın Aşure olduğu görkemli bayramlar kutlanacaktır. Halklar, tüm Anadolu dillerinden barış şarkıları söyleyecektir tek bir ağızdan...


KADRİ GÖNÜLLÜ

1 yorum:

mefisto at: 14 Ocak 2012 10:24 dedi ki...

"politikada insanlar yoktur, düşünceler vardır; duygular yoktur, çıkarlar vardır; politikada bir adam öldürülmez, bir engel ortadan kaldırılır."

alexandre dumas gayet net özetlemiş neden bir gökkuşağına dönüşemediğimizi. gerçi bu olanları normalleştirme çabası değil, sadece anlamlandırma çabası.

newer post older post